"Bir oluyoruz" sloganı kimleri kapsıyor?

Merhaba Canım
-
Aa
+
a
a
a

Merhaba Canım'da Yıldız Tar'la Şubat depremlerinin ikinci yılında, depremler sonrası LGBTİ+ların neler yaşadığını ve Mil-Diyanet Sen’in “LGBT dernekleri kapatılsın” diye şehir şehir imza toplamasını konuşuyoruz.

""
Şubat depremlerin ikinci yılında LGBTİ+’lara yaklaşım
 

Şubat depremlerin ikinci yılında LGBTİ+’lara yaklaşım

podcast servisi: iTunes / RSS

Ö. M: Evet, nasıl bugün? Konularımız nedir? Söyler misin?

Y. T: Bugün depreme odaklanacağız. Dün, 6 Şubat depremlerinin yıl dönümüydü. Bugün, depremin hemen ardından ve sonrasında LGBTQ+’lar neler yaşadı? “Bir oluyoruz” sloganının içerisinde yer alabildiler mi? Bunu konuşmak istiyorum.

Deprem ikinci yılına girdi ve siz de bir önceki yarıda bahsettiniz; bir anma töreni yapıldı. Bu törende tuhaf anlar yaşandı. İstanbul Kadıköy’de LGBTQ+’lar ve feministler de bir anma düzenlemek istediler, ancak polis yürümelerine izin vermedi. Geçen yılki anmada çok sayıda insan gözaltına alınmış, haklarında dava açılmış ve beraat etmişlerdi. Ancak beraat edenlerden biri hakkında, bu kez “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla yeni bir dava açıldı.

Dünkü eylemde yürüyüş engellendi. Dağıldıktan sonra düzenlenen anmada, Hatay’dan gelen bir müzisyen şarkı söyledi, kayıplar anıldı. Ancak bir kişi, taşıdığı pankart gerekçe gösterilerek gözaltına alındı ve hala gözaltında. Bugün ifadesinin alınıp serbest bırakılması bekleniyor.

Önümüzde iki tablo var. Biri, büyük paralar harcanarak yapılan devlet anmaları. Diğer tarafta ise LGBTQ+’lar ve feministler söz konusu olduğunda anma yapılmasına bile izin vermeyen bir yönetim anlayışı. Bu tablo, depremde yaşananların da bir özeti.

İlk deprem olduğunda, Ankara’daki LGBTQ+ dernekleriyle birlikte “Ankara LGBTQ+ Deprem Dayanışması”nı oluşturduk. Aylarca tek işimiz, deprem bölgesindeki LGBTQ+’ların yardımlara ulaşabilmesini sağlamak, yardım göndermek, oradan çıkmak isteyenlerin Ankara veya başka şehirlere gelmesini ve barınma imkanına erişmelerini sağlamaktı.

O dönem çok zordu. Deprem, geniş bir coğrafyayı etkileyen büyük bir felaketti ama aynı zamanda ayrımcılık ve şiddet de devam ediyordu. Deprem bölgesinde LGBTQ+’larla konuştuğumuzda duyduğumuz hikayeler insanlık dışıydı. Kamplarda, yerleşim alanlarında dövülerek uzaklaştırılanlar, yemek verilmeyenler vardı. Toplu alanlarda güvende olmadıkları için en ücra köşelerde hayatta kalmaya çalışan LGBTQ+’lar vardı.

Bunların önemli bir bölümü Ankara’ya geldi. Burada geçici barınma desteğini yine LGBTQ+’lar dayanışma ile sağladı. İlk ay 100 kişiydi, sonraki aylarda 300-400 kişiye ulaştı. Gıda, kıyafet, ilaç, çadır, hijyen ürünleri gibi yardımlar gönderildi.

Bu çalışmaları yürütürken bazı tepkiler aldık. “Deprem herkesi etkiledi, neden LGBTQ+’lar için ayrı bir dayanışma ağı kuruyorsunuz?” diye soranlar oldu. Ancak bu dayanışmayı kurmamızın sebebi, LGBTQ+’ların genel yardım ağlarına erişememesiydi. Eğer herkes gibi yardımlara ulaşabilselerdi, elbette böyle bir oluşuma gerek kalmazdı. Ama LGBTQ+’lar, “herkes”in içinde yer almadıkları için mecburen kendi dayanışmalarını örgütlediler.

Depremin hemen ardından, yapay da olsa gündemde bir anayasa tartışması vardı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2022 Ekim ayında yaptığı başörtüsü çıkışıyla başlayan süreç, iktidarın hamlesiyle LGBTQ+’ları hedef alan ayrımcı bir anayasa teklifine dönüştü. Tam bu teklif komisyon aşamasına gelmişken deprem oldu. Deprem ve ardından gelen seçimler, bu anayasa değişikliği gündemini erteledi ama şu an yeniden gündeme gelmesi bekleniyor.

LGBTQ+’lar, hep gündemin bir parçası oluyor. Bazen ana gündem maddesi olmasa da, arka planda hep bir baskı siyaseti var. Deprem sürecinde de bu durum değişmedi. LGBTQ+’lar hem yardımlara erişimde engellerle karşılaştı hem de bazı kesimler tarafından depremin sebebi olarak gösterildi.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, depremden sağ çıkan bir trans kadının yaşadıklarıydı. Hatay’da enkazdan kendi başına çıktı, ayağı kırıktı. Yardım alabilmek için kapı kapı dolaştı ama kimse ona bir çorba bile vermedi. Güvenli bir alan bulamadığı için, o kırık ayağıyla Ankara’ya kadar gelmek zorunda kaldı. Biz onu gecenin bir yarısı karşılayıp, ancak Ankara’da hastaneye götürebildik. Ayağının kırılmasının üzerinden bir buçuk hafta geçmişti.

Bütün bunları sadece deprem veya devletin yetersizliğiyle açıklayamayız. LGBTQ+ karşıtı iklimin kendisi, bu insanları yardımlardan, dayanışmadan dışlayan bir sistem yarattı. LGBTQ+’ları insan olarak bile görmeyen bu anlayış, deprem sürecinde de hayatlarını zorlaştırdı.

Barınma meselesi de büyük bir sorundu. LGBTQ+’lar, toplu merkezlerde şiddete maruz kalma riskinden dolayı, buralardan uzakta yaşamak zorunda kaldılar. Kriz anlarında, hepimiz ihtiyaç hiyerarşisi kuruyoruz ama bir kişi için hayati olabilecek bir mesele, başkalarına önemsiz gelebiliyor. LGBTQ+ dayanışması, tam da bu yüzden önemliydi.

Biz o dönem Ankara Deprem Platformu’nun da bir parçasıydık ve genel yardımlara da katılmaya çalıştık. Ancak çoğu dayanışma ağı LGBTQ+’ları göz ardı etti. Burada bir istisna olarak Kadın Koalisyonu’nu anmak lazım. Onlar LGBTQ+’ların da bu dayanışmanın bir parçası olabilmesi için büyük çaba harcadılar.

Deprem sürecinde LGBTQ+ karşıtlığından daha büyük bir sorun da mülteci karşıtlığıydı. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ gibi isimler, “deprem yalanları” adı altında mültecileri hedef göstermek için sistematik yalanlar yaydı. Mültecilere saldırmak için örgütlenen insanlar vardı. Sosyal medyada açıkça “Mülteci dövmeye gidiyoruz” diyen paylaşımlar yapıldı.

Bu nefret, mültecilere yönelik linç girişimlerine ve yerlerinden edilmelerine neden oldu. Örneğin, CHP’li Ali Mahir Başarır, Mersin’de bir yurtta mültecilerin barındığını iddia ederek “Benim halkım kalacak yer bulamazken mülteciler burada rahatça yaşıyor” demişti. Bunun üzerine bazı kişiler, deprem yardım çalışmalarını bırakıp bu iddiayı çürütmek için çaba harcamak zorunda kaldı.

Sonuç olarak, deprem sadece fiziksel yıkıma değil, toplumsal bölünmelere ve nefretin daha da körüklenmesine neden oldu. LGBTQ+’lar ve mülteciler, bu süreçte en çok dışlanan ve hedef gösterilen gruplardan oldu. Deprem dayanışması, sadece yardım ulaştırmak değil, aynı zamanda bu ayrımcılığa karşı mücadele etmek anlamına da geliyordu.

Y. T: Evet, ABD yalnızca kendi ideolojisini ve ürünlerini değil, ayrımcılığı da ihraç ediyor. Türkiye’de de Trump yönetimiyle birlikte ona övgüler düzen haberlerin arttığını görüyoruz. Özellikle iktidara yakın medya, "Trump LGBTQ+ propagandasına nasıl karşı çıktı? Nasıl mücadele etti? Biz de aynısını yapmalıyız" gibi söylemlerle bu politikaları destekliyor. Türkiye’deki bazı grupların da bundan ilham aldığını görüyoruz. Örneğin, Milli Diyanet Sendikası geçtiğimiz hafta LGBTQ+ derneklerinin kapatılması için bir imza kampanyası başlattı. 2018’de de benzer bir kampanya yürütüp İçişleri Bakanlığı'na sunmuşlardı. Bu kez 81 ilde stant açarak imza topladılar. Ne kadar imza topladıkları belirsiz, çünkü verdikleri rakamlar şüpheli. Ancak kritik olan şu: Sokaklarda LGBTQ+ derneklerinin kapatılması için açıkça imza toplanıyor ve bu artık kanıksanmış, normalleşmiş bir şey gibi algılanıyor.

Ö. Ö: Sendika dedin değil mi?

Y. T: Evet, mil diyanetsen, diyanet çalışanların sendikası.

Ö. Ö: Üyelerinin çalışma haklarını savunması beklenen bir kurum.

Ö. M: Evet, sendikanın tanımı olacak zaten, evet.

Ö. Ö: Yani tabii sendikalar zaman zaman politik kampanyalar yaparlar ama o da sınıfla ilgili bir politik kampanya olur genelde.

Y. T: Bu kampanya kapsamında "önce ahlak ve maneviyat" sloganlarıyla hareket ettiklerini söylüyorlar. Ancak söylemlerine baktığımızda, sendika olmaktan çok LGBT+ derneklerinin kapatılmasını temel hedef haline getirdiklerini görüyoruz. Bunu yaparken de referans olarak Rusya’yı gösteriyorlar: "Rusya’da kapatıldı, Donald Trump LGBT+’ye savaş açtı, Cumhurbaşkanımız Erdoğan 2025’i aile yılı ilan etti. Biz de Mil-Diyanet olarak bu üçünden feyiz alıyoruz," diyorlar.

Öne sürdükleri söylemlerden biri de şu: "Allah insanı kadın ve erkek olarak yaratmıştır." Bu, Trump’ın çıkardığı kararnamenin birebir aynısı. Devamında ise "Eşcinsellik, LGBT+ veya cinsiyetsizliğin yaygınlaştırılması, insan fıtratını bozmaya yönelik bir Siyonist projesidir. İnsan neslini ifsat etmek isteyen şeytanın projelerinin kurumsallaşmış hâlidir," gibi nefret dolu ifadeler kullanıyorlar.

Ö. Ö: Bütün nefret söylemlerini bir araya getirmişler yani.

Y. T: Tabii ki. Ayrıca, her konuyu LGBT+ meselesine bağlama eğilimleri de dikkat çekici. Bunu bizzat tecrübe ettiğim bir olayla anlatayım: Dün bir gazeteci WhatsApp grubunda tamamen farklı bir konuda tartışma yaşanıyordu. Ben çok takip etmedim, ama bir noktada birinin "Ama LGBT propagandası yapılırken susuyordunuz!" diye çıkıştığını gördüm. Şaşkına döndüm. Konunun LGBT+ ile hiçbir alakası yoktu! Peki neden buraya bağlandı?

Anladığım kadarıyla, LGBT+ meselesi artık bazıları için her kilidi açabilecek bir anahtar hâline geldi. Konu ne olursa olsun, bağlam ne olursa olsun, "LGBT propagandası yapılıyor" diye bir söylem üretiyorlar. Çünkü bu, belirli bir kesimden anında alkış alıyor ve esas gündemi unutturma işlevi görüyor.

Mil-Diyanet’in bu kampanyası da bana bunu hatırlatıyor. 81 ilde gerçekleştirdiklerini söylüyorlar, paylaşılan fotoğraflardan en az 35-40 ili görebiliyoruz. Gerçekten 81 ilde yapmış olabilirler. Ayrıca, "manevi ve ahlaki kalkınma yasası" adı altında bir talepte bulunuyorlar. Bunun tam olarak ne olduğunu bile bilmiyoruz.

Bu girişim, LGBT+ derneklerinin kapatılması talebiyle sınırlı değil. Aynı zamanda, deprem sürecinde yaşanan ayrımcılığın nasıl bu kadar kanıksandığını da gösteriyor. LGBT+ karşıtı söylemlerin dünya genelinde nasıl örgütlendiğini ve yayıldığını da gözler önüne seriyor.

Ama ben umutsuz değilim. Şunu vurgulamak önemli: LGBT+ karşıtı bu kampanyaların arkasında devasa bir halk desteği olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine, dünya genelinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliği konusunda önemli kazanımlar elde edildi. Bu kampanyaların asıl sebebi, LGBT+ hareketinin güçlenmesiyle, mevcut iktidarların sarsıldığını hissetmeleri.

Ne Türkiye’de ne de dünyada, LGBT+ düşmanlığının büyük bir kitle desteğine sahip olduğuna inanmıyorum. Çünkü LGBT+ hareketinin yaptığı şey bir propaganda değil; eşitlik ve özgürlük mücadelesi. Üstelik yalnızca kendi hakları için değil, tüm toplum için adalet istiyorlar. Buna karşılık, karşı cephede baskı, susturma ve kapatma siyaseti var. Tarih boyunca baktığımızda, bu iki mücadele terazide karşı karşıya geldiğinde kazanan taraf hep belli olmuştur.

Ö. M: Bu noktada bırakalım. Nasılsa konuşmaya devam edeceğiz. Mecburen eline boyuna konuşmak durumunda kalacağız bunları da. Çok teşekkürler Yıldız.

Y. T: Ben teşekkür ettim. İyi yayınlar. Görüşmek üzere.